Anayurt Orta-Asya
Türklerin Ana yurdu
Türklerin Tarih sahnesine ilk çıktıkları bölge, yani Türklerin ana yurdu
üzerine çeşitli görüşler vardır. Maddî kültür unsurları, dil
hususiyetleri ya da tarihî realite bakımından konuyu değerlendiren bilim
adamları, Orta Asya'daki çeşitli kültür çevrelerini Türklerin ana yurdu
olarak kabul ederler. Esas itibariyle, bu yöndeki ilk çalışmalar batılı
bilim adamları tarafından ortaya konmuştur. Gerçekte XIX. yüzyıl
sonlarıyla XX. yüzyıl başlarında başlatılan araştırmalarla, batı kendi
tarihinin köklerini aramaya koyulmuş, fakat neticede, hiç hesaba
katmadıkları bir milletin yani Türklerin, kendilerine has kültür ve
medeniyetleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu gerçek karşısında,
batılı bilim adamları yoğun çalışmalarda bulunmuşlar ve Türklerin tarih
sahnesine çıktıkları yer ve zaman hususunda çeşitli nazariyeler
sunmuşlardır. J. Klaproth (1824), J. Von Hammer (1832), W. Schott
(1836), M.A. Castren (1856), A. Vambery (1885) ve E. Oberhummer (1912)
gibi ilk âlimler Altaylar ve çevresini Türklerin ana yurdu olarak
gösterirken, W. Koppers (1937), W. Radloff (1891), G.J. Ramstedt (1928),
L.Ligeti (1940) ve K.H. Menges (1968) gibi dilci ve tarihçiler
Altaylar'ın doğusu ve Kadırgan Dağlarına kadar olan bölgelerde Türk ana
yurdunu aramışlardır ve bu görüşü ünlü Türkolog Barthold da
desteklemektedir.
J. Strzygowsky (1935), O. Menghin (1937), İ. Zichy gibi sanat ve kültür
tarihçileri ise Altaylardan Urallar'a kadar uzanan sahaya sıcak
bakmışlardır1. Bu görüşleri değerlendirerek ana yurdun coğrafî
sınırlarını tespit etmek mümkündür. Ancak araştırmalarda belirtilen ve
arkeolojik bulguların yer aldığı daha belirli ve dar bir bölgeyi ana
yurt olarak tespit etmek ve kabullenmek hem zor hem de sakıncalıdır.
Çünkü dinamik ve hareketli bir kavim olan Türkler, en eski devirlerden
itibaren geniş bir alana yayılmışlar ve kültürlerini buralara
götürmüşlerdir. Atı ehlileştirerek âdeta onunla bütünleşen Türkler,
konar-göçer yaşantılarını bozkır coğrafyasında hâkim kılmıştır. Bu
sebeple daha geniş çerçevede düşünülecek olursa, Türklerin ana yurdu
Orta Asya bozkırlarıdır, Orta Asya'nın sınırları doğuda ****** gölünden
Batıda Hazar ve Ural dağlarına; kuzeyde Sibirya bozkırlarından güneyde
Tanrı dağları ve Gobi çölüne uzanmaktadır. Bu coğrafyanın, bütün dünya
tarafından kabul edilmiş siyasî adı ise Türkistan'dır. Türkistan'da
Konar göçer bozkır medeniyetinin M.Ö. devirlere giden pek çok kültür
çevresi yer alır. Sovyet İmparatorluğu'nun dağılmasıyla istiklâllerini
kazanan Türkistan'daki Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarına ait
topraklarda yapılacak incelemeler Türklerin tarih sahnesine çıkışlarına
dair yeni belge ve bulguları, elbette ki, gün yüzüne çıkaracaktır.
Dolayısıyla Türk ana yurdunu Orta Asya'da dar bir bölgeye sıkıştırmak
hem tarih ve kültür birliğini muhafaza etmek hem de ilmî gerçekler
açısından doğru değildir. Nitekim aşağıda gösterilen Türk kültür
çevrelerinin zenginliği de buna delâlet eder.
Ana yurtta yer alan ilk kültür çevreleri: Arkeolojik kazılar ve
araştırmalar Orta Asya medeniyetininM.Ö. V. bine kadar uzandığını
göstermektedir. Batı Türkistan'da, bugünkü Aşkabat çevresinde yapılan
kazılarda, M.Ö.V. bine ulaşan yerleşme merkezleri bulunmuştur. Anav
kültürü olarak bilinen bu medeniyetin kimlere ait olduğu kesinlik
kazanmamış ise de Türklerin bu bölgedeki varlıklarının ilk izlerini
yansıtabileceği düşünülen ipuçlarını vermesi açısından Anav önemli bir
merkezdir .
Proto-Türklere ait olduğu hemen hemen aşikar olan ilk kültür çevresi
Altay-Sayan dağlarının kuzey batısında yer almaktadır. M.Ö. III. bin
başlarına ait bu eski kültüre Afanasyevo kültürü denilmektedir. Bu
kültürün en büyük özelliği Türk sosyal hayatının ilk örneğini
yansıtmasıdır. Bu kültürde atın ehlileştirildiği ve koyun beslendiği
görülmektedir. Ayrıca toprak kaplar, bakır ve tunçtan yapılmış çeşitli
silâh ve süs eşyaları da bulunmuştur.
Bu kültürün devamı olan Andronovo kültürü ise Altaylardan, Ural
dağları-Aral gölü çevresine kadar yayılmıştır. (M.Ö.1700-1200). Bu
kültürde tunçtan ve altından eşya yapımının geliştiği bilinmektedir.
Andronovo kültürü özelliklerini yansıtan diğer bir kültür ise
Yenisey-İrtiş çevresinde yer alan Karasuk kültürüdür (M. Ö.1300-800).
Tuva ve Abakan bozkırları ile ****** gölü havzasında bulunan hayvan
figürlü kaplar ve silâhlar bu kültürlerde benzerlik gösterir.
Karasuk kültürünün en büyük özelliği demirin işlenip, silâh yapımında
kullanıldığı ilk kültür olmasıdır. Bu kültür çevresinde insanlar keçe
çadırlarda yaşayıp, tekerlekli arabalar kullanıyorlardı. Minusinsk ve
Abakan bölgesinden Altaylara uzanan bölgede Tagar kültürü olarak bilinen
ve M.Ö.700'e tarihlenen buluntularda demir işçiliğinin nadir örnekleri
yer almaktaydı. Ayrıca M.Ö. 3.yüzyıla ait, Orhun ve Selenga boylarına
değin uzanan Pazırık kültürü, binlerce yıllık Türk kültürünün Hun çağına
nasıl ulaştığını gösterir. Bütün bu buluntular Türk coğrafyasının tabiî
sınırlarını tespit etmek açısından da büyük bir öneme sahiptir.
Orta Asya'daki Türk kültür çevrelerinde, kurganlarda bulunan bazı
eşyalar, Türklerin çok eski zamanlardan beri konar göçer hayata has bir
kültür geliştirdiklerini aşikâr kılar. Av ve savaş aletleri, demir ve
deriden çeşitli eşyalar ve at ile kurt ağırlıklı hayvan figürlü kaplar,
bu yaşayışın temel hususiyetlerini bizlere gösterir. Nitekim Türklere
ait menşe efsaneleri ve Ergenekon Destanı gibi mitolojik olaylarda da bu
motifler ön plândadır. Dolayısıyla, maddî buluntular ve Türk
mitolojisi, Türklerin tarih sahnesine çıktığı yer ve zaman hususunda
tamamen uygunluk arz etmektedir.Yukarıda belirtmeye çalıştığımız bu
büyük coğrafyada yaşayan Türk devlet ve topluluklarının varlığı, aynı
zamanda onların büyük bir tarihe ve kültüre de sahip olduklarının açık
bir delilidir. Her ne kadar yaşanılan topraklar çok geniş ve dağınık
gibi görünüyorsa da, aslında bütün Türk kavim ve topluluklarını
birbirine bağlayan ortak bir tarih ve kültür daima var olmuştur.
Dolayısıyla, Türk tarihini bir bütünlük içerisinde ele almak ve
değerlendirmek şarttır. Bu açıdan değerlendirildiğinde kurulan her Türk
devleti birbirinin devamından ibarettir. Ayrı coğrafya veya zamanda
ortaya çıkmış olsalar veya ayrı medeniyet dairesinde yer alsalar bile,
Türk tarihinin, anlayışının ve yaşayışının ortak değerlere sahip olduğu
unutulmamalıdır.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı forsunda ifade edilen
ortadaki güneş (Türkiye Cumhuriyeti) ve çevresinde halka oluşturan 16
yıldız (tarihte kurulmuş olan Türk devletleri), bu birliği sembolize
etmektedir. Elbette Türklerin kurduğu devlet sayısı 16 değildir. Türkler
tarih boyunca irili ufaklı yüzü aşkın devlet kurmuştur. Hatta
cumhurbaşkanlığı forsunda belirtilen Türk devletlerine ait bazı
bayraklar, tarihî kayıtlarda geçen bazı işaretlerden yola çıkılarak
çizilmiş, sembolik bayraklardır. Ancak asıl önemli olan husus bu devlet
ve bayraklarla ifade edilen "tarih ve kültür birliği"nin devletimiz
tarafından resmen kabul ve teyit edilmesidir. Aşağıda, aralarında 16
Türk devletinin bulunduğu, tarihî silsile içerisine yaşamış ilk Türk
devletleri ve toplulukları özetlenmiştir.
ASYA HUNLARI
Ana vatan coğrafyası içerisinde kurulan ilk büyük Türk Devleti Hun
Devletidir. Çin kaynaklarında Hiung-nu diye adlandırılan Hunlar ile
ilgili ilk bilgiler M.Ö. I. bin yıllarına kadar çıkmaktadır. Ancak Çin
kaynaklarındaki bilgiler, Hunların güçlenmeleriyle birlikte M.Ö. IV.
yüzyılın sonlarına doğru artmaktadır. Bu tarihlerde Hunlar, Ötügen
merkez olmak üzere Orhun bölgesi ve Altay dağları civarında
oturuyorlardı.
M. Ö. III. yüzyılın ikinci yarısına doğru Hiung-nu yani Hun boylarının
Çin üzerindeki baskıları iyice artırmıştır. Çinliler, kuzeyden gelen
saldırılara karşı, çok eski devirlerden itibaren kuzey sınırı boyunca
savunma duvarları yapmaya başlamışlardı. Nihayet artan Hun saldırılarına
karşı, sınırdaki bu duvarların birleştirilmesi M.Ö. 214 yılında
tamamlanmış ve meşhur Çin Seddi ortaya çıkmıştır.Hunların bilinen ilk
hükümdarı, Şanyü ûnvanını taşıyan, Tuman (Teoman)dır. Hunlar, Tuman
zamanında güçlü bir siyasî birlik olarak ortaya çıkmışlardır. Tuman,
oğlu Mete ile giriştiği siyasî mücadele neticesinde ortadan
kaldırılmıştır (M.Ö. 209). Çin kaynaklarının Mete (Mao-tu) adını
verdikleri bu büyük hakanın adının Türkçe karşılığının, Bagatur veya
Bahadır gibi bir ad olduğu sanılmaktadır. Mete, Hun tahtının meşru
varisi olmasına rağmen, üvey annesinin kışkırtmasıyla, babası tarafından
Hunların düşmanı olan Yüeçilere rehin olarak verilmişti. Buradan
kaçmayı başaran Mete, babasına karşı mücadeleye girişti.
Demir bir disiplin altında yetiştirdiği ordusuyla babasını yenerek
ortadan kaldırmıştır. Böylece M.Ö.209 yılında Hun çağının en parlak
devri olan Mete devri de başlamış oluyordu. Bu tarihî olay "Oğuz Kağan
Destanı"nda, Oğuz Kağanın babasıyla yaptığı mücadeleye ilham
olmuştur.Devleti yeniden eşkilâtlandıran Mete, doğudaki Moğol-Tunguz
kabileleri birliği Tung-hular'ın ısrarlı toprak taleplerine savaş ile
karşılık verip onları perişan ettikten sonra, güney-batıya dönerek, İpek
Yolu'na hâkim durumdaki Yüeçiler üzerine yürüdü. Yüeçileri daha batıya
sürdü. Ardından Çin topraklarına giren Mete, Çin İmparatoru Kao-ti'nin
320 binlik tamamı piyadelerden oluşan ordusunu, Turan taktiği ile çember
içine aldı. İmparator, ancak Hunların bütün şartlarını kabul ederek
kendisini ve ordusunu kurtarabilmiştir(M.Ö.201) Yapılan anlaşmaya göre
Çin İmparatoru, Hunların yaşadığı bütün toprakları Hun devletine
bırakmayı, yıllık vergi yanında yiyecek ve ipek vermeyi kabul etmek
zorunda kalmıştır.
Bir süre sonra Mete, Isık göl etrafında oturan Vusunları hâkimiyeti
altına aldı. Böylece devletin sınırları, doğuda Mançurya'dan batıda Aral
gölüne, kuzeyde Sibirya'nın içlerinden güneyde Çin Seddi ve Tibet'e
kadar uzanmış oluyordu. Mete bu sınırlar içinde yaşayan bütün konargöçer
kavimleri bir bayrak altında toplamış ve M.Ö. 177'de Çin hükümdarına
yazdığı mektupta "Eli ok ve yay tutan herkes Hun oldu" diyerek millet
olma şuuruna güzel bir örnek vermiştir. Büyük Hun Hakanı Mete'nin
yönetim ve askerlik alanında yaptığı düzenlemeler, Türk devlet
geleneğinde önemli bir başlangıçtır.
Sonradan kurulacak Türk devletleri de, bu gelenek üzerinde
yeşereceklerdir. Mete M.Ö. 174'te ölünce yerine oğlu Kiyük geçti. Kiyük,
Tanrı dağları civarını ellerinde tutan Yüeçiler'i, kesin olarak mağlûp
ederek, batıya sürmüş, Yüeçilerin batıya göçü ise Batı Türkistan,
Afganistan ve Hindistan için önemli sonuçlar doğuracak olan bir kavimler
hareketine sebep olmuştur. Mete'nin Çin ile yaptığı anlaşma, onun
döneminde de devam etmiş ancak M.Ö.166 yılında Çin'e bir sefer
düzenlemiştir.
Kiyük'un ölümünden sonra (M.Ö.160) Çin, politikasını değiştirerek,
Hunlara üstünlük sağlamak için büyük reformlara girişmiş ve ordusunu
Hunları örnek alarak yeniden tanzim etmiştir. Ayrıca Hun siyasî
birliğini içten parçalamak maksadıyla iç mücadeleleri ve bazı kavimleri
kışkırtmıştır. Bu faaliyetlerinin sonuçlarını almakta gecikmeyen Çin,
Kiyuk'un oğlu Kun-şin (M.Ö.160-126) devrinden itibaren inisiyatifi ele
geçirir. Bu dönemden sonra gerileme dönemine giren Hun akınları kuzeyde
durdurulurken, Çin'in karşı saldırıları ile İpek Yolu üzerindeki
memleketler de birer birer elden çıkmaya başlamıştır. İpek Yolu'nun
kontrolünün Çinlilerin eline geçmesi Hunlar için tam bir yıkım olmuş,
iktisadî ve siyasî bakımdan yaşanan zorluklar Hunların ikiye
bölünmesiyle neticelenmiştir. M.Ö. 58 yılında tahta çıkan Ho-han Ye'nin
sıkıntıları aşmak için Çin'e tâbi olunması gerektiği fikrini savunması
ve bunu şerefsizlik sayan kardeşi Çi-çi'nin ona karşı çıkması üzerine
Hunlar ikiye bölündüler.
Ho-han-ye Çin himayesini kabul edip, halkının bir kısmını Çin'in kuzey
sınırındaki Ordos'a gönderirken, Çin'e bağlanmayı kabul etmeyen Çi-çi,
kendine bağlı boylarla batıya çekildi (M.Ö.54 ) ve Çu-Talas boylarında
bağımsızlığını ilân etti. Çi-çinin kurduğu Batı Hun Devleti fazla ömürlü
olamadı. Çi-çi, Talas ırmağı boylarında kurduğu şehirde kalabalık Çin
ordularının muhasarasına maruz kaldı. Meydan savaşına alışkın olan Hun
ordusu, kale savunmasında başarılı olamayarak, Çinliler tarafından imha
edildi (M .Ö. 38) ve böylece batıdaki Hun devleti yıkılmış oldu. Çin'e
bağlanan Hunlar da kısa bir süre için güçlenmişlerse de M.S.48 yılında
bu devlet de kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölünmüştür. Kuzey
Hunları, batıdaki Hunlarla birleşirken, Güney Hunları Çin sınırına
yerleşmiş ve M.S.216 yılına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Çin
hâkimiyetindeki 5 bölgede 19 boy hâlinde teşkilâtlanan Hunlar, gittikçe
çoğalarak siyasî bir güç oluşturmuşlar ve nihayet 4.yy'dan itibaren,
Çin'deki iç savaşlardan da yararlanarak, Kuzey Çin'de dört devlet
kurmuşlardır:
1-Kuzey Çin merkezli, Han ve Ön Chao devleti (304-329)
2-Kuzey-doğu Çin merkezli, Arka Chao devleti (319-351)
3-Kansu'da, Kuzey Liang devleti (401-439)
4-Ordos'ta, Hsia (407-431)
Bu Hun devletlerinin ortak özelliği, hâkimiyetlerini Çin'in tamamında
meşru kılmak maksadına sahip olmaları ve bu nedenle de Çin isimlerini
seçmeleridir.Nitekim devlet anlayışı ve yaşayış bakımından bu devletler
Hun karakterini muhafaza etmişlerdir.