FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI
(II. MEHEMMED)
Kaynaklarin, âdil, akil, heybetli, cesaretli, idrak sahibi, iyi giyimli,
kadirsinas, âlimlerin dostu, sairlerin hâmisi, hakka kail ve maarif
erbabina meyilli bir pâdisah olarak tavsif ettigi Fâtih Sultan Mehemmed
Han, tarihin kayd ettigi büyük sahsiyetlerin basinda gelir. Bu bakimdan
onun, sahsiyet ve karekterini oldugu gibi bütünüyle ortaya koymak çok
zordur. Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara
çikmis ve kendinden önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese
edilemeyecek derecede büyük bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da
geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti
için çok verimli ve faydali olmustu. Zira, 5 yil süren bu dönemde o,
sahsiyetini olgunlastiran ciddi bir çalisma ve fikrî faaliyet içinde
bulunmustu.
pad3.jpg (29315 Byte)Bu bes senelik müddet zarfinda o, bir yandan
akademik bir faaliyet devresine girerek liyakatli hocalarin refakatinda
malumatini genisletmis, felsefe ve riyaziye (matematik) okumustu.
Döneminin önemli iki dili olan Arapça ve Farsça'yi ana dili gibi
ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça ögrenme imkânlarini
da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice vâkifti.
Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle tedkik
ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu. Böylece,
yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve sistem
fikrinin lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.
Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak yolunda kendini geregi
gibi hazirlamak için gece uyumamis, gündüz dinlenmemis, hayatinin bir
solugunu dahi bos geçirmemis olan genç sehzâde, hesapli ve sistemli
gelecegin genç fâtihi, saltanatinin devaminca, daima baslanacak bir isin
plani ve bitecek bir isin endisesi ile yorulacakti.
Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451)
Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi
27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin
farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli
görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin
kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler,
Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin
tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira
kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler.
Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk
oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma
Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa
mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde
ele alarak söyle der:
"Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta
hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya
torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla
izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir." Müellif, arastirmasinda bu
ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için
biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni
arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili
bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. "Daha sonralari Bursa mahkeme
sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma
Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark
tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden
çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar
ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde
çikan "Iznik ve Bursa Tarihi"nin 152-153. sayfalarinda "Hâtuniye
Künbedi" ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad
daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani
Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.
Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in annesinin yabanci rivayetlerde
iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun olmayip türbesinin Bursa'da
bulundugunu ve yine ayni yabanci masallarinda iddia edildigi gibi
Hiristiyan olarak öldügü için türbesi kapali olmayip, Müslüman oldugunun
kitâbe ile sabit oldugunu artik hiç bir tereddüde imkân birakmayacak
bir kesinlikle ortaya koymasidir. Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi
yoktur, ancak bu da Bursa mahkeme sicillerinin 31,201 ve 370 sayili
defterlerinin 35, 64 ve 40. sayfalarinda bulunmustur. Fâtih'in annesinin
ismi Hümâ Hâtun'dur.
FÂTIH'IN CÜLÛSU VE KARAMAN SEFERI
Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin yetistirdigi en büyük sahsiyetlerin
basinda gelen Sultan II. Mehmed, Manisa'da sancak beyi bulundugu
sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti. Vezir-i azam Çandarlizâde Halil
Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu Manisa'da bulunan genç sehzâdeye
bir ulakla bildirir. Edirne'den yola çikan ulak, üç gün sonra ölüm
haberini Manisa'ya getirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su
ifadelerle dile getirerek o dönemde bile Osmanli Devleti'nde posta
vazifesi gören ulak (tatar)larin nasil sür'atli yol aldiklarini ve
gizlilige nasil riayet ettiklerini anlatir:
"Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli kanatli kartal kusu gibi
Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis bir mektup verdi. Mehmed,
mektubu açip okuyunca, babasinin vefat ettigini gördü. Mektup, Halil ve
diger vezirler tarafindan imza olunmus bulunuyordu. Mektupta babasinin
vefatini yazdiklari gibi, vakit kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos
(mitolojide kanatli atlara verilen bir isim) cinsinden uçar bir ata
binip, pâdisahin vefati, civar milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya
gelmesini yaziyorlardi. Mehmed, mektupta yazilanlara uygun olarak hemen
çok (sür'atli) kosan Arap atlarindan birine atladi ve sarayi erkânina:
"Beni seven armamdan gelsin" dedi. Önünde sarayindaki kullarindan
okçular ve çabuk yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya
olarak ve kiliç takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi.
Bu suretle tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak,
Gelibolu Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin
gelebilmeleri için Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye
bir ulak göndererek, Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas
kaldirip karisikliklarda bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da
bulundugu her tarafa yayildi." Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah,
Edirne'ye ulasmakta pek acele etmedi. Sehrin disinda vezirler,
beylerbeyiler, sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan karsilandi.
Lehinde büyük tezahüratlar yapildi.
Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm haberini almasi ve Manisa'dan
hareket etmesi yeni arastirmalarda su sekilde verilmektedir:
"Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele Manisa'ya ölüm haberini
eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan Mehmed, yaninda atabegi
Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir sekilde hareket ederek iki
günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in bogazlari kesmeleri ve
Orhan'i 1444 yilinda oldugu gibi Rumeli'de serbest birakmalari uzak bir
ihtimal degildi. Genç Sultan, Gelibolu'ya geçmeye muvaffak oldu. Bundan
sonra onun, o derecede telas ve endise etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da
babasinin ölümü ve yeni pâdisahin geldigi haberi yayildi.
Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki yeniçeri ayaklanmasi, yeni
Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra olmalidir. Buna göre
Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya hazirlanmislardi.
Ancak Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi sayesinde büyük bir
kargasanin önü alindi. Halil, kalan kapikulu askerleri ile alelacele
topladigi kuvvetleri, bunlarin üzerine sevk ederek, silahlarini
birakmazlarsa kiliçtan geçirileceklerini, yeni sultani beklemelerini ve o
geldikten sonra kendilerine ihsanda bulunacagini söyledi. Asker
"Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla" isyandan vazgeçti. Bunun
akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta oturdu ve yeniçerilerden
sadakat yemini aldi.
Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi ile tam bir uygunluk
halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki nüfuzu, Sultan
Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip yerlesebilmesi,
bilhassa kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen bahsis ise,
yeniçeriler tarafindan, Karaman seferinde adeta tehdidle alinacaktir.
Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan II. Mehmed, Osmanli ülkesinin
pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa tahta çikti (16 Muharrem
855/18 Subat 1451).
Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu Mehmed'in tahta geçmesi sonucunda
devletin iç ve dis siyasetinde bir degisikligin olmasi bekleniyordu.
Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra hükümdar olarak Edirne'de
gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi, inzibatli ve sistemli bir hazirlik
ile manevî bir olus devresinin suurunu tasiyarak artik is basinda
bulunuyordu.
Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve köklü degisiklikleri yapacak
olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet otoritesinin politika ahlâkini
kuran ve kontrolü altinda tutan âlimlerden mürekkep müsavir kuvvetlerle
kendi kendini çevrelemis olmasi idi. Zira bu zümre, bagli bulunduklari
prensiplerin müdafaasini, imanlarinin geregi bildiklerinden, pâdisahlik
makamina karsi serdengeçti bir pervasizlikla daima medenî cesaret
gösterirlerdi. Iste hükümdarin karar ve hareketlerinin tosladigi duvar,
bu salâbet ve müeyyideler sistemi idi.
Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin bas çeviremeyecegi bu
mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz ölçüleriyle, hükümdarlik
makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini görmüslerdir. Devrandan
nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan sâd, yoklugundan ise nâsâd
olmadiklari için, kimseden çekinmemis, kendilerini kimseye borçlu ve
zebûn hissetmemekle de hürriyetlerini kimseye bagislamamislardir.
Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren böyle bir muhit ve bu
anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan çevrelenmistir.
Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali
Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca
Hayreddin gibi ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz katarak fikrî
ve edebî istiklâlini hazirlamis, bir yandan da baraj vazifesiyle coskun
ve taskin kararlarinin demlenip durulmasina hizmet etmislerdir.
Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazli ve
hepsinden cesaretli bir hocasi daha vardi ki, tek basina gözünü
hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi Ak Semseddin idi.
Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun nezaketini kavramis ve bu
sebeple babasinin vezirlerini yerinde birakmisti. Inalcik, Mehmed'in
cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin rakiplerinin, iktidara
geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans tarihçisi Dukas asagidaki
ifadeleri kullanarak mevzuya bir açiklik getirir: "Mehmed, tahtina
oturdugu sirada bütün valiler ve babasinin vezirleri, Halil Pasa ile
Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta duruyorlardi. Kendi vezirleri ise Hadim
Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet vechiyle pâdisahin yaninda yer
almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri Sahin'e sordu: "Babamin
vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir ve Halil'e eski yerini
almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari komutanlari ve esrafi ile
beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler. Sark vilayetlerinin
(Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin" dedi. Vezirler,
pâdisahin bu sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri vechiyle pâdisahin
elini öptüler. Bu suretle Halil basvezir oldu. Ishak da Murad'in
cenazesini alarak birçok esraf ve âyâniyle beraber ve büyük bir intizam
içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada kendisinin hazirlatmis oldugu
türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek çok paralar verildi."
Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin hududlarinda tehlikeler bas
göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir çocuk olarak tahta çiktigi
zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s.
94) bu durum için "Fitne ve âsûb doldu her diyar" diyerek durumun
vehametini ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu ayaklanmisti. Karamanoglu
Ibrahim Bey harekete geçerek, Fâtih'in babasi Murad tarafindan ele
geçirilmis bulunan yerleri zaptetmis ve Alaiye üzerine yürümüstü.
Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da, Sultan Ikinci Murad'in son defa ortadan
kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan gönderdigi saltanat davasi güden
iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da faaliyete geçmislerdi. Bu
konularda fazla tafsilata sahip olmamakla beraber, Anadolu
Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina bakilirsa bu
hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle anlasiliyor
ki, Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.
Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili durumda, ister istemez babasinin
baris politikasini sürdürmek zorunda kalacagini anlamisti. Bu bakimdan.
Anadolu'yu kurtarmak için, batida birçok fedakârliklarda bulunmak
zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati sinirlarini) emniyete alarak
barisi saglamaya çalisti. Gelen Sirp elçisinin istekleri kabul edildi.
Despot'un, Sultan Murad'la yaptigi "Yeminle musaddak" muahede ve
ittifaklari yenilemeye razi oldu. II. Murad'in resmî müsaadesiyle 1449
yilinda Bizans tahtina geçmis olan eski Mora Despotu Konstantin de, yeni
pâdisahin durumundan azamî sekilde istifadeye çalisti. Fâtih, tahta
geçince, Konstantin hem tebrikte bulunmak, hem de eski andlasmalari
tastik ettirmek için bir Bizans elçisi gönderdi. Yeni Sultan, barisi
teyid ve eski ahidleri tastik ettigi gibi, ayrica, yaninda bulunan
Osmanli saltanatinin müddeisi, Orhan'in masraflarina karsilik, Bati
Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin
akça isteyen imparatorun bu dilegini de kabul etti.
Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki hareket ve davranislari, onun
iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir. Bu bakimdan, Edirne'deki
cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit davranmasinin elbette bir
sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki düsüncelerine yaklasmak ve
onlari kesfetmek pek güç bir is olmakla beraber, muhtemelen Fâtih, henüz
hazirlikli bulunmadigi su siralarda, Bizans'in tesviki ile Hiristiyan
milletlerin kendisine bazi engelleri çikarabileceklerini hesaba katarak
Bizans'la dost kalmayi uygun görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman,
çocuklugundan faydalanmak üzere Hiristiyan milletlerin nasil harekete
geçmis olduklarini hiç süphesiz unutmamis olan genç pâdisah, herhalde
yine böyle bir durumla karsilasabilir endisesiyle olacak ki, simdilik bu
sekilde davranmayi uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki Fâtih, Bizans
hakkinda baska türlü düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu
gencin, etrafini ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir
hareketti. O da öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine
yapilmis bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir
tavir takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir
alinmaz is degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin
yapilmasini emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz
isteklerinin güzel bir cevabi idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne
gibi bir tehlike ile karsilastigini ancak o zaman idrak etmis ve hemen
agiz degistirerek kuvvetli hasimlari karsisinda her zaman yaptigi gibi,
bu sefer de yalvarmak, bunu yapamayinca da igfal etmekle durumunu
kurtarmaya çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak istendigi yerin,
Galatalilara ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça halletmeye
çalismis ise de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de oksayici
olmustur. Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince
Galata Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden
gizliye Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga
vurmayi menfaatlerine uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin
bu sekildeki düsmanca hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten
geldi. Halbuki Istanbul'un fethini müteakip günlerde, Galatalilar için,
kendi bahs ettiklerinden baska hiç bir hukuk tanimayarak, orayi da
dogrudan dogruya Türk topraklarina bagladi.
Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum sebebiyle, düsmanlari ile olan
eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören genç hükümdarin bu davranisi,
Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde degerlendirilmisti. Bunun için de
Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler beslemekteydi. Onun, devletlerle
olan muahedeleri yenilemesi ve onlara karsi yumusak davranmasi böyle bir
fikrin ortaya çikmasina sebep olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa
tahtindan mahrum edilerek Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç
sehzâdesi hakkinda Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis
ve o, kabiliyetsiz bir delikanli olarak taninmisti. Bundan dolayi Sultan
Murad'in ölümü ve Fâtih'in tahta çikisi her tarafta büyük bir
memnuniyet uyandirmisti. Çünkü bu delikanlinin beceriksizligi yüzünden,
Osmanli Devleti'nin kendiliginden sona erecegi hülyasi, Avrupa'da tekrar
kök salmaya baslamis ve Hiristiyanlik âleminin kuvvetlerini,fatih.jpg
(8736 Byte) birlikte ve sür'atle hareket etmeleri lazimgelen bu devrede,
tamamiyle felce ugratmisti. Aslinda yeni ve genç hükümdar da Avrupa'da
böyle bir fikrin yayilmasini istiyordu. Onun yumusak tavri, onlarda
böyle bir düsüncenin meydana gelmesini saglamisti. Bu yüzden hiç kimse,
Osmanlilara karsi harekete geçmeyi düsünmüyordu. Yalniz Franciccus
Phlelphus bu düsünce ve fikirde degildi. O, Sultan Murad'in ölümünü
takib eden günlerde, Osmanlilar ve onlarin devleti hakkinda fikirlerini
kaleme aldigi bir mektupla Fransa krali VII. Charles'a bildirmisti.
Avrupadaki mevcud fikirleri, pesin hükümleri ve yanlis düsünceleri
aksettiren bu mektubunda Phlelphus, Fransa kralina öbür Hiristiyan
devletlerin basina geçmesini ve Osmanlilara karsi yürümesini istiyordu.
Çünkü ona göre Osmanlilarin kudreti çoktan kirilmisti. Harbe
sokabilecekleri kuvvet olsa olsa 60 bin kisi olabilirdi. Baslarinda da
harp görmemis, tecrübesiz, sefih, kadinlara düskün ve budala bir
delikanli vardi. Phlelphus, bu kadarla da yetinmiyor, Fransa kralinin
takib edecegi yolu bile gösteriyordu. Ona göre uygun bir rüzgârla
Hiristiyan ordusunun bir günde Tarent'den Peleponez'e geçecegini, Mora
despotlarinin, bütün kuvvetleriyle bu orduya katilacagini, Arnavutlarla
Italyanlarin bu orduyu destekleyecegini ileri sürüyordu. Böylece, çok
kisa bir zamanda Türklerin Avrupa'dan kovulacagini, hatta Asya'da
Müslüman hakimiyetinin kirilacagini iddia ediyordu.