Türkiye - AB ilişkileri ve Ortadoğu
Parçalanan devletler, iç çatışmalar ve doğal kaynaklar için savaşlar:
Ortadoğu"daki tehlikeleri Türkiye ve AB devletleri sadece beraberce
etkisiz hale getirebilirler.
Ortadoğu"nun istikrara kavuşması geleceğin Avrupa dış politikasının
kendini ispatlamasındaki en büyük sorumluluklardan birisi olacaktır. AB
ülkeleri Türk potansiyelini kullanmaya karar verirlerse, AB"nin söz
konusu kendini ispatlamasında Türkiye Avrupa"nın en büyük ortağı
olabilecektir. Öyleyse Ankara Avrupa Birliği"nin bölgedeki
politikalarını mantıklı şekilde nasıl güçlendirebilir?
İlk olarak Türkiye"nin kendisine bir göz atarsak. Türkiye"deki yönetim
modern ve yapıcı bir dış politika uyguluyor ve AB"ye entegrasyon
konusundaki açık çabaları herkesçe bilinmektedir. Türkiye bölgenin tüm
aktörleri ve batılı ülkelerle iyi ilişkiler konusunda tek olma
özeliğinde bir ülkedir. Bu ilşkilerin ne kadar faydalı olabileceği 2006
yılındaki Lübnan savaşı örneğinde kendini göstermektedir. O zaman Lübnan
Başbakanı Fuad Siniora Başbakan Tayyip Erdoğan"ı telefola aradı ve
ondan yardım istedi. Başbakan Erdoğan"da bunun üzerine iki gün içinde
Başkan Bush, BM Genel Sekreteri Annan, İngiltere Başbakanı Blair, İsrail
Başbakanı Olmert, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Suriye Devlet
başkanı Esad ile telefon görüşmeleri yaptı. Muhtemelen hiç bir ülke
hükümet başkanı bütün taraflarla bu nispette iyi bir kontakt kurma
imkanına sahip değildir. Türkiye hem Batı"nın hem de İslam dünyasının
nabzını hissediyor. Türkiye"nin geleceğe dönük dış politikası Ortadoğu
için bir vizyon öngörüyor ve de Türkiye"yi Avrupa Birliği"ne sokacak bir
iç politik reform programını takip ediyor. Bu dış politika uygulamasını
altı prensip belirliyor.
1) Türkiye"de ve bölgede güvenlik ve özgürlükler arasında bir denge
kurulması. Kim güvenlik için özgürlüğü kurban ederse, Saddam Hüseyin"in
Irak"taki uygulaması gibi, otokratik bir yapı meydana getirir. Tam tersi
olarak, güvenlik yerine sadece özgürlük tercih edilirse, bugünkü
Bağdat"ta günlük olarak görüldüğü gibi, bu durum anarşiye götürür.
Türkiye bugün AB"ye tam üyelik hedefinde özgürlük ve güvenliği
birbiriyle barışık halde bulundurabilmektedir.
2) İhtilafsız bir politika: Komşularla gerginlikler ülkenin kendi
güvenliğini tehlikeye sokuyor. Fakat güvenlik olmaksızın vatandaşarın
özgürlükleri sadece iç politik reformlarla güçlendirilemez.Türkiye
doksanlı yıllarda komşularıyla oldukça değişken ilşkilere sahipti; ancak
bugün neredeyse istisnasız şekilde bütün komşularıyla ilşkileri çok iyi
durumdadır. Bu iyi ilişiler Ankara"ya içerdeki reformlar konusunda daha
geniş bir hareket alanı sağlamaktadır.
3) Komşu ülkelerde kaos ve güvensizlik ortamına karşı bir barış
politikasının uygulanması. Bu durum Balkanlar"ı, Kafkasya"yı,
Ortadoğu"yu ve Orta Asya"yı içermektedir. Eskiden Türkiye"nin önceliği
yalnızca kendi siyasal sınırları içindeki güvenlikti. Ülke sınrları
dışında oluşan tehlikeye karşı içerde savunma yapılmaya çalışılırdı.
Fakat bugün biz biliyoruz ki, sadece kim soft power ile ülke sınırları
dışında bir etkidede bulunursa kendisini gerçekten koruyabilir. Kim bunu
yapmazsa komşudaki tehlikeler günün birinde kendi kapısını da
çalacaktır. Bosnalı ve Kosovalı mülteciler nereye sığındılar? Başka
devletlerle birikte Türiye"ye de. Iraklı Kürtler Saddam Hüseyin"in
saldırılarından korunmak için nereye sığındılar? Türkiye"ye.
4) Farklı işbirliği ilişkileri birbirlerine karşı olmak zorunda
değildir, bilakis birbirini tamamlayıcı olmalıdır. Bu bağlamda
Türkiye"bin ABD ile NATO içinde ve dışındaki ilişkileri AB"ye alternatif
ilişkiler değildir. Rusya ile Türkiye arasında tarih boyunca yapılmış
bir çok savaş ve mücadele sonrasında Rusya"ya karşı artan iyi ilişkiler
AB ve ABD ile ilişkilere zarar vermeyecektir. Avrupa"ya olan bağ Türk
dış politikasının temeli olarak kalmaya devam edecektir.
5) Bölgesel değişimlere reaksiyon olarak dinamik bir diplomasi: Eskiden
bazıları Türkiye"yi kuvvetli kasları olan, zayıf bir mideye sahip, kalbi
hastalıklı ve orta ölçekte bir beyne sahip olarak görürdü. Bununla:
Güçlü bir ordu, zayıf bir ekonomi, eksik bir bilinç ve stratejik
yetersizlik kastedilirdi. Bugünse bu algılama değişmektedir. Şöyle ki;
Türkiye"nin ekonomisi istikrar kazanmaktadır, güvenlik alt yapısı
güçlüdür ve diplomasisi kendinden emin ve yapıcı şekilde ortaya
çıkmaktadır. Örneğin Papa"nın 2006 Aralık ayındaki Türkiye ziyareti
öncesi bir çok kimse muhtemel bir krizi öngörüyordu; ancak buna karşın
tam tersi olarak ziyaret büyük bir başarıyla gerçekleştirildi. Veya
Kıbrıs meselesinde: Orada Ankara BM planyla ilgili referandum konusunda
yapıcı ve yaratıcı davranmıştır. Sonunda planı reddeden Rum tarafı
olmuştur. Fakat maalesef AB şimdiye kadar olduğu gibi yine Rum
kesimininin oyun bozanlığını ödüllendirmiş, Türk tarafınıysa
cezalandırmıştır. Yine örneğin Ortadoğu"da olduğu gibi Arap
ülkelerindeki ve İsrail"deki basında Türkiye üzerine yazılan makalelerin
yüzde doksanında Türkiye"nin insiyatif kullaması övülüş ve bölgedeki
yeni soft power konumu takdir edilmiştir.
6) Uluslararası kuruluşlarda daha güçlü bir temsil: BM insiyatifi
dahilinde 2005 yılında oluşturulan "Medeniyetler İttifakı" projesi
Türkiye ve İspanya"nın ortak çalışmasına dayanmaktadır. Bu çalışma
muhtemelen zamanımızın en büyük meydan okumasına karşı önemli bir katkı
sağlayacak ve kültürlerin çatışmasını engellemeye yönelik bir insiyatif
olacaktır. Geçtiğimiz yıllarda Türkler uluslararası organizasyonlarda
yönetim pozisyonlarında görevler almışlardır. Ekmeleddin İhsanoğlu bugün
İslam Konferansı Örgütü"nün ( İKÖ ) Genel Sekreteri"dir. Kemal Derviş
BM Kalkınma Programı ( UNDP ) Başkanıdır. Türkiye"nin eski Dışişleri
Bakanlarından Hikmet Çetin 2006 yılına kadar Afaganistan"daki BM sivil
yönetiminin başında bulunuyordu. Bundan başka Türkiye çok sayıdaki
ulslararası organizasyonun üyesi durumundadır. Örneğin NATO, OECD, G-20
devletleri, Karadeniz Ekonomik İşbirliği ( KEİ ), Ekonomik İşbirliği
Örgütü ( ECO ) ve Gelişmekte Olan Ülkeler Örgütü D-8 gibi yapılanmalar
bunlardan bazılarıdır. Yine Ankara 2005 yılından bu yana Afrika
Birliği"nde ( AU ) gözlemci ülke konumundadır. Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan Afrika Biriliği"nin Addis Abeba"daki sekizinci zirvesinde şeref
konuğu olarak bulunmuştur. Çünkü Türkiye Çin"le birlikte Afrika"ya en
çok yardımda bulunan ülkelerden biridir. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri
Bakanı Gül"ün 2006 ve 2007"deki ziyaretlerinin kanıtlayacağı gibi
Türkiye Arap Ligi ile de sağlam ilişkilere sahiptir.
Öyleyse bu kadar ilişkiler ağı bulunan Türkiye AB"ye Ortadoğu"daki bu
devasa problemlerin üstesinden gelmede nasıl yardım edebilir? Ve neden
bu bölge AB için hayati bir öneme sahiptir?
Başka bölgelerdeki krizlere nazaran Ortadoğu"daki problemler dünyanın
geri kalanından soyutlanamaz. Çünkü Ortadoğu"nun kültürel veve tarihi
arka planı bütün dünyanın siyasal durumuyla bağlantılıdır. Çoğu AB ve
ABD vatandaşı duygusal anlamda o kadar kuvvetli şekilde Ortadoğu"ya
bağlı ki, batılı hükümetler bu durumu görmezden gelemezler. Kim bölgeye
ilgi göstermemeyi yeğlerse orada oluşan küresel güvenlik risklerine
karşı da seyirci kalmakatan başka şansı kalmayacaktır.
Önümüzdeki 2014-2015 yılları içinde Avrupa, ABD ve Ortadoğu ülkeleri
bölgeyi derin değişikliklere sürükleyen Birinci Dünya Savaşı"nın 100.
yılını anacaklar. Türkiye de bu dönemde AB"ye tam üye olmuş olacak veya
tam üyeliğe çok yakın bir konumda bulunuyor olacaktır. Türk hükümeti
şimdiden şu sorunun cevabını arıyor: Biz yakın gelecekte nasıl bir
Ortadoğu"yla uğraşmak durumunda kalacağız? Buna yönelik üç ayaklı bir
gelecek vizyonu öngörülüyor. Bunlar: Siyaset, kültür ve ekonomi.
Siyasal boyut: 2015 Ortadoğu"su bütün ülkelerin ve güvenlik
sistemelerinin 1975 Helsinki anlaşmalarındakine benzer etkili bir
siyasal diyaloğa ihtiyaçları bulunmaktadır. Türkiye, KZSE"yi göz önünde
bulundurarak, yeni çözüm mekanizmalarını hayata geçirmiştir. Daha Irak
Savaşı başlamadan Ankara, Irak"ın komşu ülkelerini konferansa davet
etmiştir. Bu konferans çerçevesindeki buluşmalar Irak"ta durum
istikrarlı bir hale gelinceye kadar devam edecektir. Bölgede dayanıklı
bir strüktürel yapının inşası Türk-Arap Foumu ile Arap Ligi"in beraber
hareket etmesiyle kolaylaşmıştır.
Kültürel boyut: Şehirlerin renkliliği ve kent kültürü barışçıl çok
kültürlü topluluk için turnusol testi niteliğindedir. Yakındoğu
çeşitliliği bize İstanbul, Kahire, Kudüs veya Şam gibi şehirlerde bunun
örneklerini sunmaktadır. Zira bu sayılan şehirlerin ana caddelerinde
camiler, kiliseler ve sinagoglar yan yana duruyorlar. Bölge kültürel
alamda hiç bir zaman yeknesak bir özelliğe sahip olmamıştır ve de
olmayacaktır. Bütün şartlarda değişik etnik ve dini grupların Kudüs"te,
Beyrut"ta, Kahire"de, Kerkük"te, Bağdat"ta ve Basra"da bir arada
yaşamaya devam etmeleri garanti altına alınmalıdır. Dışarıyla bağlantısı
kesilmiş şehirler ve semtler bölge için bir kabustur. BM"nin "
Medeniyetler İttifakı" bu çeşitlilik vizyonunu desteklemektedir.
Ekonomik boyut: Ekonomi barışın temeli olabilir. AB, Avrupa"ya
karşılıklı iktisadi bağımlılıklarla barış ve istikrar getirmiştir. Bu
prensipe sadık kalarak Türkiye bilinçli şekilde Irak"a ve Kuzey Irak"a
yönelik ilişkilerini sürdürmektedir. Ankara bu yıl Suriye ve Mısır"la
serbest ticaret anlaşmaları imzaladı ve körfez ülkelerine yönelik özel
ilişkiler inşa etti. Ayrıca İran"la ticaretimiz de karşılıklı olarak
artmaktadır.
Siyasal diyalog, kültürel birlikte yaşam ve iktisadi bağlar tehlikeye
maruz kalmış Ortadoğu için hayırlı olacaktır. Bunun alternatifiyse
korkunçtur. Bu ilkeler başarıya ulaşmazsa bölge öyle bir felaketle karşı
karşıyadır ki, bu Birinci Dünya Savaşı"nın tahribatından çok daha fazla
olacaktır.
Yukarıda ifade edilen vizyon işte bu yüzden başarıya ulaşmak zorundadır.
Ne ihtiraslı politik hesaplar ne de karşılılı yanlış imajlar bunu
engellemelidir. Tarihi fırsat önümüzde bulunuyor. Türkiye ve AB ortak
bir program geliştirmelidir ve bununla da Avrupa"da ve Ortadoğu"da
barış, refah ve istikrarı garanti altına almalıdır.
Kaynak:
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]* Ahmet Davutoğlu"nun makalesi Almanya"da Körbe-Stiftung`un (Körbe
Vakfi) organize ettiği Bergedorf Konuşmaları (Bergedorfer
Gesprächekreis) toplantisinda yapılan "Türkiye, AB"nin Ortadoğu"daki
Partneri" adlı sunumuna dayanmaktadır.