Osmanli Devletinin kurulusundan sonra, saray teskilâti da diger
müesseseler gibi gelisme gösterdi. Bursa ve Edirne saraylarindan sonra,
Istanbul'un fethi üzerine bugünkü Istanbul Üniversitesi merkez binâsinin
oldugu yerde, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafindan Saray-i Atîk denilen
eski saray kuruldu. Daha sonra yine Fâtih tarafindan Saray-i Cedid adi
verilen Topkapi Sarayi yaptirildi.
Bu saraylar pâdisâhlarin hem ikâmet ettikleri yer ve hem de bütün devlet
islerinin görüsülüp karar verildigi en yüksek devlet dâiresiydi.
Osmanli Devletinde saray teskilâti üç kisimdan meydana gelmekteydi:
1) Bîrûn adi verilen dis kisim,
2) Enderûn adi verilen iç kisim,
3) Harem-i hümâyûn.
Sarayin Birûn adi verilen kismi sarayin disi, yâni Babüs'saâde
hâricindeki teskilâtidir. Sarayin Birûn teskilâtinin isleri çesitli
oldugundan, her birinin memurlari da ayri ayri siniflardandi.
Burada görevli olan ilmiye sinifi ile Birûn agalari denen agalar,
sarayin hem harem ve hem de enderûn kisminin hâricindeki yerlerde ve
dâirelerde bulunup, vazifelerini yaparlar ve aksamlari evlerine
giderlerdi. Birûn teskilâtina âit bütün tâyinler sadr-i âzam tarafindan
yapilirdi.
Enderûn: Sarayin bu kismi yüksek dereceli devlet memuru yetistiren bir
mektep ve terbiye yeriydi. Pâdisâhlar bir kismi sarayda ve bir kismi da
orduda olmak üzere Müslüman Türk terbiye ve kültürü ile yogrulmus,
kendilerine sâdik bir sinif yetistirdikten sonra, Osmanli devlet
idâresini bunlarin eline vermistir.
Küçük yastaki devsirme denilen çocuklar, saraya alinmadan sivil Müslüman
Türk âilelerin yaninda büyük bir îtinâ ile yetistirilerek, Müslüman
Türk terbiyesi görürlerdi. Dînî bilgileri ve Türkçeyi ögrenirler daha
sonra saraya alinirlar, burada da mükemmel bir tahsil gördükten sonra,
siralari gelince liyâkat ve kâbiliyetlerine göre saray hâricindeki
çesitli devlet hizmetlerine tâyin edilirlerdi. Sarayda her kogusun ve
sinifin fertlerinin kaydina mahsus defterler olup, bunlarin saray
terbiyesi üzere yetismeleri için her kogusta lala tâbir edilen hocalar
vardi.
Osmanli Sarayi, hem devletin en yüksek idâre organi ve hem de en yüksek
idârecilerini yetistiren bir müessese idi. Sarayin kendine mahsus usûl
ve erkâni vardi. Islâm ahlâkinin ve insanlik seciyesinin en güzel
örnekleri burada yasanir ve buradan Osmanli ülkesine ve dünyâya
yayilirdi.
Harem-i Hümâyûn: Pâdisâhin âile efrâdinin; pâdisâh kadinlarinin,
pâdisâhin kiz ve erkek çocuklari ile harem agalarinin ve muhâsiplerinin
oturdugu yerdi. Yerlesim olarak vâlide sultanin dâiresi, sehzâdeler
mektebi, pâdisâhlarin yatak odalari, câriyelerin yetistigi yerler gibi
bölümleri vardi. Haremde; vâlide sultan, baskadin efendi, pâdisâh
kizlari, gedikli kadin, hizmetçi (câriye)ler bulunurdu.
Osmanli sarayinin harem bölümü, hânedan mensuplarinin husûsî âile
hayatlarini yasadiklari yerdi. Devletin bütün müesseseleri ve cemiyet
hayatinda oldugu gibi, buradaki günlük hayat da, Islâmiyetin esaslarina
Türk örf ve an'anesine titizlikle riâyet edilerek yürütülürdü. Harem-i
Hümâyûnda bulunanlar, küçük yaslarindan îtibâren çok titiz ve ciddî bir
egitimden geçirilerek yetistirilir, sarayin müstesnâ âdâb ve terbiyesine
uymasina îtinâ gösterilirdi.
Asirlar boyunca cihan-sümûl Osmanli Devletini idâre etmis, ülkeler
fethetmis, ilim ve irfânin ilerlemesine, medeniyetin yükselmesine ve
yayilmasina hizmet etmis pâdisâhlarla, mümtaz ahlâk, iffet, sefkat,
merhamet ve hamiyet nümûnesi hanim sultanlar, hep bu Harem-i Hümâyûnda
terbiye edilerek yetismislerdir. Haremde, hânedan âilesinin yasayisini
düzenleyen çok muazzam bir tesrifât, (protokol) vardi. Harem teskilâti
ve müessesesini anlatan çesitli târihî vesikalar mevcuttur.
Harem-i Hümâyûnda bulunan câriyeler, Islâm ordularinin düsmanlarla
yaptigi harplerde esir edilen kadin ve kizlarla, pâdisâha hediye
edilenlerden hizmetçi olarak sarayda bulunanlardi. Bunlarin çogu
hizmetçi olarak hanim sultanlarin ve haremde vazifeli kadin görevlilerin
emrinde hizmet ederek yetisirlerdi. Câriyelerin hepsi, uzun süre çok
ciddi bir terbiyeden geçirilir, Islâm ahlâki ve Türk örfüne göre
yetistirilir, çesitli hizmetlerle vazifelendirilirlerdi. Temayüz
edenlerinden pek azi, pâdisâhin özel hizmetlerini görmekle de
vazifelendirilirdi. Bu dereceye yükselmek, câriyeler için pek büyük bir
meziyet ve mazhariyetti ve uzun terbiyelerden sonra ulasilirdi. Gerek
pâdisâhin ve gerekse Harem-i Hümâyûnda bulunan diger hânedan
mensuplarinin hizmetlerindeki câriyelerle olan muâmeleleri, Islâm
hukûkuna uygundu. Keyfilikten, zevk ve safâya zebunluktan uzak olup,
Islâmiyetin târif ettigi mesru âile hayâtinin bir nümûnesiydi.
Câriyelerden çogu kendiliklerinden Müslüman olur, ya sarayda serefli bir
ömür sürerler veya münâsip kimselere zengin çeyizlerle gelin edilirler,
yuva kurarlardi.
Eski ve ortaçaglardaki krallik ve imparatorluk saraylarinda yasanan zevk
ve safâhat âlemleriyle, bilhassa saraya mensup kadinlarin karistigi
entrikalarin sehvetleri kamçilayan hikâyelerini dinleyip yazmaga alismis
bâzi Avrupali muharrirlerle, onlari taklit eden yerli isimler, hiçbir
yabancinin girmemis, hiçbir uygunsuz haber duyulmamis olan Osmanli
sarayinda da bu kâbil olaylari çok arastirmislar, yazacak hiçbir sey
bulamamislardir. Asirlar boyunca devam etmis bir hânedan âilesinden
süpheli rivâyetler hâlindeki tek tük olayi ise, genis hayalleriyle
süsleyip bire bin katarak anlatmislardir. Bilhassa Bati insaninin
ulasmayi gâye edindigi zevk ve safâhat hayâtinin Avrupa saraylarinda
görülen nümûneleri; onlarin târihte emsalsiz bir ihtisam sâhibi Osmanli
sarayinda da benzeri bir hayat hayâl etmelerine sebep olmustur. Çünkü
Avrupali için iktidar ve maddiyatin zevki ve safâyi teminden baska nihâî
bir maksadi yok gibidir. Harem kelimesiyse, özellikle son zamanlarda
çesitli bahânelerle istismar edilmis, Müslüman-Türk ahlâkinin besigi
âile yuvasi, çesitli bozuk düsünce sâhiplerinin uydurma sözleriyle
lekelenmek istenmistir. Bu maksatli iftiralarla dolu yazilarin hedefi;
târihteki, Türk ahlâk ve devletini asagi düsürmektir. Bu tip maksatli
yazilarin hiçbir vesikasi ve degeri de yoktur. Harem kadinlarinin
hiçbiri, devrinde kendi hayâtini ve haremi anlatan kitap yazmamistir.