İSLAMİYETİN KABULÜ
İLK MÜSLÜMAN-TÜRK MÜNASEBETLERİ VE TÜRKLERİN İSLAMİYETE GİRİŞİ
Emevi Halifeliği zamanında müslüman Araplar, Suriye ve İran'ı
hâkimiyetlerine alarak Maverâünnehir bölgesine ulaşmışlardı. Seyhun ve
Ceyhun ırmaklarının arasındaki bu bölgede Türkler bulunmaktaydı. Böylece
Araplar ile Türkler ilk defa temasa geçmişlerdir. Emeviler bölgede
İslâmiyet'i yaymaktan çok, yeni zaferler peşinde koşmuşlar; Müslüman
olmalarına rağmen yerli halka ağır vergiler yüklemişlerdi. Bu sebeple
ilk karşılaşma pek dostça olmamış ve Türklerle Araplar arasında küçük
çapta çarpışmalar cereyan etmiştir. Özellikle Kuteybe bin Müslim'in
Horasan valiliğine getirilmesiyle mücadele iyice kızışmıştır (705).
Kuteybe bin Müslim'in Maverâünnehir 'in doğusuna düzenlediği akınlara
karşı Türgeş Beğleri güçlü bir direnme göstermiştir. Göktürklerin batı
kanadında yer alan Türgeşler, Arapları savunmaya çekilmeye zorlamış ve
bu mücadele Göktürklerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745 ).
Göktürk hâkimiyetinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çinliler,
batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır. Bu dönemde Maverâünnehir
bölgesinin savunmasını, Türgeşlerden sonra Karluk Türkleri
üstlenmiştir.
Emevilerin Arap olmayan Müslümanlara karşı âdil ve eşit davranmamaları
huzursuzluğu artırmıştı. Bu duruma karşı çıkanlar, Emevi idaresine son
vererek yerine Abbasi Devletini kurmuşlardır (750). Türkler, Abbasi
Devleti'ni daha çok benimsemişler, yeni yönetime daha sıcak
bakmışlardır. Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra, Çinliler bütün
Türk ülkelerini ele geçirmeyi plânlamaktaydı. Emevilerin ortadan
kalkmasından da faydalanmak isteyen Çin ordusu daha batıya yönelerek
Karluk topraklarına girmişti. Bu durum üzerine Karluklar, Abbasilerin
Horasan valisi olan Ebû Müslim'den yardım istediler. Ebû Müslim,
komutanlarından Ziyad ibni Salih'i bölgeye gönderir. Arap ordusu ile
batı bölgesinin genel valisi komutasındaki Çin ordusu Talas ırmağı
boylarında karşılaşırlar. Türklerin de İslâm ordusu yanında hücuma
geçmesi sonucunda Çinliler büyük bir yenilgiye uğratılır ( 751).
Türklerin İslâmiyet'le ilk tanışmaları Emevi dönemiyle başlar. Ancak
Emevi yönetiminin tutumu sebebiyle, Türk toplulukları arasında İslâmiyet
fazla yayılmamıştır. Buna rağmen, az sayıda da olsa Emevi ordusunda
görev alan Müslüman Türkler bulunmaktaydı. Meselâ Horasan Vâlisi
Ubeydullah bin Ziyad henüz 674 tarihinde 2000 Türk okçusundan bir ordu
oluşturmuştu. Talas Savaşı, Türklerle Müslümanların birbirlerini daha
yakından tanımalarını, dostane ilişkiler kurulmasını sağladı. Bu sebeple
Talas Savaşı hem Türkler hem Müslümanlar için bir dönüm noktasıdır. Bu
savaş neticesinde İslâmiyet Türkler arasında hızla yayılmaya
başlamıştır. Abbasi ordusunda çok sayıda Türk görev aldı. Zamanla Türk
askerleri, ordunun ve yönetimin denetimini ele geçirdiler . Hatta bazı
Türk komutanları, Abbasi Devleti sınırları içerisinde kendi devletlerini
bile kurmuşlardır.
Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle X. yüzyılda hız
kazanmıştır. Henüz 900 tarihlerinde İtil ( Volga) çevresinde bulunan
Bulgar Türkleri arasında Müslümanlığa çok büyük ilgi vardı. Nitekim İtil
Bulgarları hükümdarı Almış Han, 920 'de Abbasi halifesine müracaat
ederek din âlimleri ve mimarlar göndermesini rica etmişti. Aynı
tarihlerde Önce Karluk, Yağma ve Çiğil boyları, ardından Oğuzlar
arasında İslâmiyet yayıldı. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk
Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni, Oğuzlar ise Selçuklu
Devleti' ni kurmuşlardır.
İSLAMİYET VE TÜRKLER
Türklerin Müslüman Olmasının Sebepleri: Türkler İslâmiyet'i kılıç
zoruyla değil, kendi rızalarıyla kabul etmişlerdir. Şüphesiz bu dini
seçmelerinin en önemli sebebi, eski Türk inancı ve anlayışı ile
İslâmiyet arasında birçok benzerlik bulunmasıdır:
1- Eski Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmektedir. Bu inanışa
göre Türkler, İslâmiyet'teki gibi tek bir Allah'a inanıyor ve O'na Tanrı
(Tengri) diyorlardı. İslâmiyet'te Esmâ-i hüsnâ denilen Allah'ın
sıfatlarından bazıları, eski Türk inancında da mevcuttu .
2- Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu. Türkler
cennet için uçmağ (uçmak), cehennem için tamu sözünü kullanmaktaydı.
3-İslâmiyet'te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyordu.
4-İslâmiyet'teki gaza ve cihât ile Türklerin dünya üzerinde töreyi hâkim
kılmak için yaptıkları savaşlar benzer mahiyettedir. İslâm anlayışına
göre savaş sonunda elde edilen ganimet helâldir.
Türklerde ise aynı şekilde yağma geleneği vardır.
5-İslâmiyet'in telkin ettiği ahlakî kurallar, Türk anlayışına da uygun düşmektedir.
Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişlerdi. Ancak bu dinler halk
arasında değil daha çok idareci kesimde kabul görmüştü. Buna rağmen
İslâmiyet dışındaki dinlere girenler Türklüklerini koruyamamışlardır.
İslâm dini, millî yapıya uygun olduğu içindir ki Türkler kitleler
hâlinde bu dini kabul etmişler ve Türklüklerini korumuşlardır. Türklerin
İslâmiyet'e Hizmetleri: Türklerin İslâmiyet'i kabul etmeleri hem İslâm
âlemi hem de dünya tarihi açısından büyük sonuçlar doğurmuştur. Türkler,
karışıklık içinde bulunan İslâm dünyasının koruyuculuğunu üstlendiler.
Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler.
Batıda Haçlı Seferleri'ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler
tarafından set oluşturuldu . Böylece İslâm dünyası dağılmaktan
kurtulmuştur . Bin yıla yakın bir süre Türkler, İslâmiyet'in
bayraktarlığını yapmıştır. Gazneli Mahmud'un Hindistan'a kadar yaptığı
seferler neticesinde İslâmiyet Hindistan'a kadar ulaşmıştır. Böylece
yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş'in temelleri atılmıştır.
Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlara yerleştiler. Arnavutlar,
Bosna-Hersekliler (Boşnaklar) bu dönemde Müslüman oldular.
Türklerin İslâmiyet'e hizmetleri sadece siyasî ve askerî alanla sınırlı
kalmamıştır. Devlet idaresi ve askerî yapılanmada bütün İslâm dünyasını
etkileyen Türkler, İslâm medeniyetinin gelişmesinde de inkâr edilemez
hizmetlerde bulunmuşlardır. Bilim, sanat ve edebiyat alanında İslâm
rönesansı, Türklerin katkıları ve sağladıkları huzur ve emniyet
sayesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla İslâm dininin ve medeniyetinin,
dar Arap ve Fars çevresine sıkışıp kalmayarak, evrensel hâle gelmesi
yine Türkler sayesinde mümkün olmuştur, demek yanlış olmaz.Meselâ,
Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'ta kurulan Nizamiye
Medreseleri (1066 ), öyle büyük bir üne sahip oldu ki, bu medreseler
İslâm medreselerinin ilk örneği olarak kabul edilmişti. Halbuki
Samanoğulları ve Gazneliler devrinde de medreselerin bulunduğu
bilinmektedir. Ancak Nizamiye Medreseleri dinî bilimler yanında müspet
ilimlerin de okutulduğu ilk medreseler olmakla, modern üniversitelere
öncülük etmiştir.
Abbasiler zamanında başlayan eski Yunan ve Helen medeniyetlerine ait
eserler ve felsefe akımlarının çevirileri, Türk hâkimiyeti devresinde
zirveye ulaşmış idi. Böylece İslâm medeniyetinde büyük gelişmeler
olmuştur. Batıda unutulmuş olan Yunan ve Helen medeniyeti, Haçlı
Seferleri sayesinde İslâm medeniyeti ile birlikte tekrar Avrupa'ya
taşınmıştır. İslâm medeniyetinin öncüleri durumunda olan Türk bilginler
bütün dünya tarafından tanınmış ve eserleri yüzyıllarca bilime rehberlik
etmiştir. Bu Türk bilginlerinin en ünlüleri Farabi, Birunî ve İbni
Sina'dır.
Oğuzların Karaçuk (Farab) şehrinde doğan Farabi (870 -950), matematik,
fizik, astronomi vb. konularda 160 kadar kitap yazmıştır. Ancak onu asıl
önemli kılan Helen felsefesinin akılcı, mantığa dayalı yönüyle İslâm
düşüncesini kaynaştırdığı felsefe alanındaki çalışmaları olmuştur.
Aristo'nun düşüncelerini en iyi açıklayan kişi olduğundan "Muallim-i
Sâni" (İkinci öğretmen). adıyla anılmıştır. Eserlerinin çoğunun
Lâtinceye çevrildiği batıda "Al-farabıus" adıyla bilinmektedir. İhsâ'ül
-Ulûm isimli eseriyle bilimleri ilk kez sınıflandıran Farabi aynı
zamanda Öklit geometrisini de açıklamıştır. Farabî'nin düşüncelerinden
etkilenen İbni Sînâ (980-1037), çeşitli konularda 220 civarında eser
vermiş diğer ünlü bir Türk bilginidir. Avrupa'da "Avicenna" adıyla
bilinmektedir. Felsefe ve müspet bilimlerle uğraşan İbni Sina asıl ününü
tıp alanında kazanmıştır. "El-Kanun fi't-Tıb" adlı eseri Lâtinceye
çevrilmiş ve yüzlerce yıl ders kitabı olarak okutulmuştur.
Birûnî (973 -1051), Harzemşahların sarayında yetişti ve Gazneli
Mahmud'un himayesine girdi. Matematik, geometri, tıp ve coğrafya gibi
alanlarda 113'ten fazla eser veren Birûnî'nin asıl başarısı astronomi
dalındadır. Yıldızların yüksekliğini, açılarını ölçen hassas aletler
geliştirdi. Dünya çekirdeğinin çapını sadece 15 kilometrelik yanılmayla
6338.8 km olarak tespit etmiştir. Yazdığı astronomi kitabı, dünyanın ilk
astronomi ansiklopedisi olarak kabul edilmektedir.
Farabî ve İbni Sina'nın açtığı yoldan birçok Türk âlim ilerlemiştir.
Felsefe dalında; El-Harezmî, Şehristânî ve tasavvufun öncülerinden
Gazali, İbni Rüşd, Fahreddin Razi, geometride Abdurrezzak Türkî,
trigonometri'nin kurucularından Abdullah el-Baranî ilk akla gelenlerdir
.Selçuklu Sultanı Melikşah İsfehan ve Bağdat'ta birer rasathane
kurdurarak, İranlı ünlü matematikçi ve astronom Ömer Hayyam'ı buralarda
görevlendirdi. Ömer Hayyam'ın da içinde bulunduğu bazı bilim adamları,
Melikşah adına güneş yılına dayanan Celâlî veya Takvim-i Melikşâh
adlarıyla anılan bir takvim hazırladılar. Sanat ve mimarlık alanlarında
da Türk-İslâm devletleri zamanında büyük gelişme görülmektedir.
Türk-İslâm kültürü ve sosyal hayatına uygun olarak gelişen mimarlığın en
önemli örnekleri cami, medrese, kervansaray, imaret, darüşşifa
(hastane) vb.dir. İlk Türk-İslâm mimarî örneği, Tolunoğlu Ahmed
tarafından Kahire'de yaptırılan Tuluniye Camisi'dir ve bugün dahi
varlığını korumaktadır.
Türkler tarafından geliştirilen kubbe, kemer ve sütun biçimleri, Orta
Asya yaşantısı ve çadır kültürünün, İslâm mimarîsine yansıtıldığı yeni
bir mimarî üslûbu getirmiştir. Özellikle tekke, kümbet, cami ve medrese
gibi yapılarda, Türk mimarî üslûbunun eşsiz örnekleri görülür.Yazı,
cilt, çini, minyatür sanatları ile seramik, dokumacılık, taş ve maden
işçiliği vb. alanlarda Türkler eşsiz örnekler vermişlerdir. İslâmî
anlayışa uygun düşmemekle beraber heykel ve kabartma sanatını devam
ettirmişlerdir. Örneğin birçok yapıda hayvan figürleri kullanılmış,
Sultan Tuğrul bastırdığı madalyona kabartma resmini koydurmuştur. Müzik
alanında da Türkler yenilikler getirmişlerdir. Farabî müzik üzerine iki
eser yazmış ve bunlar dünya müzik tarihine geçmiştir.
Eserinde ses ve müziğin fizik temellerini inceleyerek, ses perdesinin
özelliklerini ilk defa ortaya koymuştur. Saraylardaki nevbet (bando),
Osmanlı askerî mehterine örnek olmuştur. Ayrıca bazı tarikatlerin
yaptıkları dinî müzik ve rakslar, Türk tasavvuf musikisinin ve
semahların özünü oluşturmuştur.